30 Ocak 2007 Salı

Şöhret ! ! ! Niye Ki?

Pazar gecesi daha önce yapılan Pop Star tarzı bir yarışma olduğunu düşünerek ATV de yayınlanmaya başlayan “Profesyonel” adlı yarışmayı izledim. Yarışmacı olarak katılanlar sahneye gelmeden önce müzikal geçmişlerini anlatıyorlardı.
- Berkly Caz bölümünü bitirdim...
- Konservatuara birincilikle girdim...
- XYZ operasının ilk sahnelenmesinde solist olarak yer aldım...
- Keman bölümünü bitirdim...
- Konservatuarda öğretim görevlisiyim...

Seyrettikçe anladım ki yarışmaya katılanlar Profesyonel müzisyenler ve belirli bir müzikal kariyere ulaşmış insanlar.

Gelelim kafama takılan soruya:
- Bunca müzik eğitimine, müzik geçmişine sahip insanlar, nasıl olur da Osman Yağmurdereli, Pelin XYZ den oluşan jürinin kendilerini değerlendirmesine izin verir?

Cevap, Şöhret olsa gerek.

Zavallı müzik kariyerimle bile Şöhret için bunu yapmazdım.

24 Ocak 2007 Çarşamba

Konserler ve aksilikler

Bizim başımıza gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmez. Alın size bir mini konser/dinleti tecrübesi.

Tarih 21 Ocak 2007, yer Pasaport civarı, özel bir grubun brunch eğlencesinde grubumuzun performansını dinlemek istediler. Biz de kabul ettik tabi. Bizim için de bir tecrübe daha olacaktı. Yaklaşık 200 kişilik bir gruba, büyük bir tekne içinde müzik yapacaktık.

Neyse, cumartesi akşamı tüm cihazları tekneye çıkardık kısa bir prova yaptık, ses düzenini kurduk, sound check yaptık ve evlerimize dağıldık. Ertesi sabah saat 9-10 arası tekne hareket etti, yolcular yiyeceklerini aldılar masalara yerleştiler, biraz karınları doyduktan sonra eğlenme vakti gelmişti.
Grup olarak sahneye çıktık, kabloları taktık, anfileri açtık. Akşamki performansımız göre neler çalacağımıza az çok karar vermiştik. Ama, o da ne, önce bir yanık kokusu, ardından anfiden çıkan kesif bir duman. Bu da yapılır mı bize? Şimdi olur mu? Canım anfi küt diye gitti. Hepimizde bir moral bozukluğu, ne yapacağımızı düşünürken anfiyi açıp içine baktık ve anladık ki sadece çıkış kanallarından biri yanmıştı. Oh dedik, şimdi obür taraf sağlam madem, o tarafı kullanalım. En azından bugünü kurtaralım. Neyse, biz de aldık sol kanaldaki kolonu sağ çıkışın ikinci portuna taktık. Ohh, canavar, ses oldukça iyi. Hadi dedik başlayalım. Önce bir Türkçe parça "Sözlerimi geri alamam". İzleyiciler hoşnut, alkışlarımızı aldık. İkinci parça yabancı, biraz eski ama her zaman prim yapar "Hotel California".

Arkasından "Achy, breaky heart" baktık iyi gidiyoruz. Derken, Santana'dan Corazon Espinado" söylerken bir gariplikler olmaya başladı. Seste boğulmalar ve rezonanslar. "Eyvaah! N'oluyor yine?" demeye kalmadan, küüt, ikinci kanal da yandı. Bu kadar mı bahtsızlık olur. Adam gibi çalamadan yandı cihaz. Seyirci hayal kırıklığında, bizde moral zaten eksilerde. Neyse, sağolsun seyirci alkışlarla bize moral verdi, motivasyon sağladı. Daha sonra yarı unplug bir şekilde 8-10 parça daha çaldık ve programı bitirdik. Bu da bizim bir konser anımız olarak tarihe yazıldı. Cihazları toplarken, sonradan farkettik ki, brunch salonunun oradaki kolonun içine biri istemeden (ya da isteyerek , bunu hiç bir zaman bilemeyeceğiz) su dökmüş. Kolonun içi havuz gibi. Anfiyi yakan da buradaki kısa devreymiş. Konserden bir kaç fotoğrafı ekliyorum.

18 Ocak 2007 Perşembe

Yaratıcılık nereye gitti ? Şeytan aldı götürdü...

Sevgili hocam, insanlara geçer akçe olarak kısa yoldan köşe dönmeyi öğretirsen ve başarının ölçüsü çok albüm satıp deliler gibi para kazanmak olursa işte geldiğimiz nokta da bu olur.

Diğer bir neden de insanların yaratıcılıklarının törpülenmesi ve sokakta birbirinin tıpatıp ayni tiplerin dolaşıyor olması. Maalesef bu globalizm dedikleri tek tip insan yaratmayi başardı. Yaratıcı ve gönül gözüyle gören insanların sayısı azaldı. Bir daha o eski şaheserleri ortaya koyacak kıvamda adam sayisi az, o yüzden de en kolay yolu seçip eski eserleri yeniden, bazen de iğrenç bir şekilde aranje ediyorlar...

Yaratıcılık nereye gitti?

Küçüklüğümden beri müzikle iç içeyim. Hep gözlemledim ve bu süreçte öğrendiğim en önemli şey, eğer biryerlere gelmek istiyorsanız yaratıcı olmanız gerektiğidir. İsimler ve hatta sesler unutuluyor ama eserler unutulmuyor.
Son zamanlarda yeni çıkan yerli ve yabancı popüler şarkıcı ve grupları şöyle bir gözden geçirdiğinizde karşınıza ilginç bir manzara çıkıyor. Çoğu, cover ya da remix adı altında eski ve tutulmuş parçaları alıp, biraz tamirci terimiyle olacak ama, modifiye ediyor. Sonra da piyasaya çıkarıyorlar. Kasetleri satıyor, listelerde üst sıralara yükseliyorlar. İşte burada dikkat edilmesi gereken nokta sanatçının mı yok sa eserin mi sattığı. Sanırım eser satıyor. Çok geçmeden, 2 bilemediniz 3 yıl sonra o grubun ya da sanatçının adını neredeyse hiç kimse hatırlamıyor. Hatta eskiden kendi eserleriyle bir yerlere gelmeyi başarmış grup ve sanatçılar da bu aralar aynı yönteme başvuruyorlar. Neden bu kadar yeteneği ve birikimi boşa harcıyorlar. Yapılması gereken aslında çok da zor değil. Sadece kendi eserlerini satmak, iyi yada kötü her ürünün alıcısı vardır derler. Ama çalışmak gerekiyor. Yoksa bu mu sorun? Tembellik mi ediyorlar? Orasını bilmek ve düşünmek bana düşmez ama azıcık nota bilgimle söyleyebilirim ki beste olasılıkları sonsuzdur ve müzik duygulara hitab eder. Duygu ile sonsuz olasılıkları birleştiriseniz kalpleri fethedersiniz. Aksi halde sadece ziyaret edebilirsiniz. Haksız mıyım?

16 Ocak 2007 Salı

Neden Olmasın?

Türkiye'de yayınlanmaya başladığından beri Rolling Stone dergisini takip ediyorum. Güncel müzik dinleyemediğim için yeni gruplar ile ilgili haberleri bunlarda kim ki? sorusu ile okuyorum.

Hemen her ay benim tanımadığım ve fakat dünya çapında meşhur oldukları yazıdan anlaşılan bir yada bir kaç grupla yapılan röportajda
" İnternet olmasaydı bizi tanımayacaktınız."
" İnternet sayesinde bir gecede meşhur olduk."
" Parçaları bir hafta içinde bir milyonun üzerinde indirildi."
cümleleri ile karşılaşıyorum.

Şöhret olmayan bir grubun internet üzerinden yayınlanan konserini 50.000 kişinin üzerinde seyirci izleyince bir anda şöhret oluyorlar.

Türkiye olarak internet üzerinde müzik ve sanat paylaşımı henüz bu seviyede değil ama internet dünyasındaki gelişmelerin hızı malum.

Teknoloji, bilgisayarı olan herkese ufak maliyetler ile evlerinde kaliteli demolar yapabilecek ekipmanı sağlar hale geldi. Yaptığımız demoları insanlar ile paylaşmak ise "upload" süresi kadar kısa. "Upload"dan sonrası yaptığınız müziğin kalitesine ve şansınıza kaliyor.

Neden Olmasın?

15 Ocak 2007 Pazartesi

Dumlupınar Şehitliği'den...

(alttaki heykel "Baba-Oğul" heykelidir)

Eminim ki herkes Dumlupınar'ı biliyordur...
Cumhuriyet Tarihimizin dönüm noktalarından...
Uşak-Afyon karayolunda, Banaz'ı geçtikten sonra rampanın sonuna doğru "Dumlupınar/Kütahya" tabelasından sola dönünce, yaklaşık 500 m. ileride...
Ankara'ya, Eskişehir'e giderken uğrayıp hem Şehitliği ziyaret edip hem de dinlenebilirsiniz...
Böylece Kurtuluş Savaşında binlerce insanımızın bu ülkenin düşmandan kurtulması için mücadele ettikleri ve şehit oldukları yerlerden birini görmüş olabilir ve huzur içinde soluk almaya devam edebilirsiniz...
Sabri Aktaş

9 Ocak 2007 Salı

Sanat ve insan

Bu blog, sanat için emek harcayan insanlara, açık sergi ve konser salonu olması için hazırladığımız www.esersahibi.com web sitesinin hazırlanışında, doğumunda, emeklemesinde ve bundan sonraki döneminde, büyüyüp gelişmesi esanasında yaşadıklarımızı sizlerle paylaşmak bunu yanında tüm üyelerimizin editör olarak sitemizle, sanatla ve benzeri güncel konularla ilgili düşündüklerini, beklentilerini, umutlarını, hedeflerini ve bunun gibi konularda istediklerini yazabilmesine olanak sağlamak için açılmıştır. Bu sayfalarda, sitemizi hazırlarken yaşadığımız sıkıntıları, açmazları, bulunan çözümleri, kullanılan bazı faydalı kod parçacıklarını ve kuruluşundan itibaren bize ulaşıp üye olan, eserleri ile sitemizi zenginleştirerek, aksaklıklarda bize destek veren, uyaran, bizi mutlu eden sanatçılarımızın, sizlerle paylaşmamızı istedikleri deneyimlerini aktarmayı amaçlıyoruz. Sizler de bu deneyimlerden faydalanabilir, yaptıklarımızı yorumlayabilirsiniz. Yapıcı olan tüm önerilerinize, uyarılarına açık olduğumuzu belirtiriz.
Sanatla ve sevgiyle kalın.